Binyetmişbir arkadaşız, günün birinde bir akademiden art arda çıktık dışarı, ilkin birimiz çıktı ve kapının yanıbaşına gidip durdu; sonra ikincimiz çıktı, daha doğrusu tıpkı bir cıva kabarcığı gibi çevik ve hafif kayarak geldi, birincinin uzağında sayılmayacak bir yere dikildi; sonra üçüncümüz, ............ daha sonra binyetmişincimiz, onun arkasından da binyetmişbirincimiz çıktı. Derken hepimiz bir dizi yaparak dikilmeye başladık. Herkesin dikkati bize çevrildi ve bizi gösterip dediler ki: “Bu binyetmişbir akademisyen var ya, şimdi üniversiteden çıktı!” işte o gün bugün birarada bulunuyoruz, hani boyuna bir binyetmişikincimiz aramıza karışmak istemese gül gibi de yaşayıp gideceğiz; bize bir şey yaptığı yok, ama hoşlanmıyoruz kendisinden, bu kadarı da yeter sanırım; istenmediği bir yere ne diye ille gireceğim diye uğraşıyor hep. Onu tanıyıp etmiyor ve aramıza da almak istemiyoruz. Hani biz binyetmişbirimiz de eskiden tanımıyorduk birbirimizi ve denebilir ki şimdi de tanıyor değiliz; ama biz binyetmişbirimiz için mümkün olan, hoş görülen şey onca mümkün değil ve hoş görülmüyor. Kaldı ki binyetmişbir kişiyiz, binyetmişiki olmak istemiyoruz. Hem zaten canım, bu boyuna birarada oluşun anlamı ne? Biz binyetmişbirimiz için de bir anlamı yok ya, işte bir kez biraraya gelmişiz ve öylece kalıyoruz, ama deneyimlerimize bakarak yeni bir birleşme de istemiyoruz. Gelgelelim, bütün bunları o binyetmişikinciye nasıl anlatırsın; uzun boylu açıklamalara kalkmak kendisini bir bakıma aramıza almak olur, biz de en iyisi bir açıklamada bulunmuyor, onu da aramıza almıyoruz. İstediği kadar dudaklarını sarkıtsın, bir dirsek vuruşuyla yanımızdan itip uzaklaştırıyoruz; ama ne kadar uzaklaştırsak, gene çıkıp geliyor.
Arif Zincirli & Franz Kafka
(İsimler alfabetik sıralanmıştır.)